Bir Külah Şeker mi, Yoksa Faydalı Kitap mı?
Okuma uğraşım, üç dört yıl sonra yarım asrı bulacak. Neredeyse bir ömre karşılık gelen bu uzun müddetin ilk on, on beş senesinde düzenli, bilinçli bir okumaktan söz edemem. Karşılaşmalar, fırsatlar, tavsiyeler, rastlantısal buluşmalarla geçip giden bir dönem. Gerçi okuma yolculuğunda bu saikler hep olmuştur, olacaktır. Ancak bilinçli bir okuyucu olduktan sonradır ki zaman zaman okuma listeleri yapılır, neler okunacağı belirlenir, seçici olunur. Okumak haz ve heyecan bağışlayan bir uğraş olduğu için, bir “plan” veya düzenlilikten söz edemeyiz. Yani işin “macera” yahut serüven tadı da vardır.

Hayatınızda tuttuğu yere bağlı olarak bu uzun yolculukta, yayın dünyasının “süprüntüler”i denilebilecek değersiz kitaplar da okunabilir. En şuurlu bir okuyucunun bile okuduklarının tümü nitelikli yapıtlardan oluşmaz. Fakat hayatımızın inşasına malzeme devşirdiğimiz kitaplar kıymetli, nitelikli olanlardır. Akılda kalırlar, başka kitaplara sevk ederler. Bazıları sahip olma hikâyesiyle, bir kısmı okuma anları ve günleriyle, yaşattıkları hazlarla, bir çoğu da öğrettikleriyle unutulmazlar. İlkini okumakta olduğunuz bu yazılarda, nasip olursa, unutamadığım kitaplardan söz açacağım.
İlk Kitabım
Okul ders kitaplarının dışında, okuma uğraşının asıl nesnesi saydığımız ‘kitab’ı, ilkokulun dördüncü sınıfında, on iki yaşındayken yani epey geç kalmış olarak elime aldığımı hatırlıyorum. Başından sonuna soluk almadan okuduğum bu ilk kitabın renkli kapağında bir çocuk resmi ve Kemalettin Tuğcu’nun adı vardı. Elime nerden geçtiğini, onu nasıl bulduğumu ve adını, şimdi unutmuş olduğuma hayıflanıyorum. Birden bire sanki yeni bir dünya, farklı bir eğlence keşfetmiştim o yoksul ve yoksunluk günlerimde. O zamanlar, üslûbun, söylemin ayrımında olmadığım için, yazarın “ne anlattığı ”na bakıyordum. İşte böyle başladı yolculuk.
Evimizdeki oturma odasında, işlemeli beyaz bez bir kılıfın içinde, Sezai Karakoç’un o muhteşem şiirinde işaret ettiği gibi, duvarda asılı duran bir Kitap vardı. Lâkin kimse açıp okumazdı, çünkü evde “eski yazı”yı bilen yoktu. Yeni harflerle basılmış ilk kitabı ise ben götürdüm evimize. İmam Hatip mektebinin birinci yılında aynı sınıfta okuduğumuz sevgili arkadaşım Samet Şimşek hediye etmişti. İmam Gazali’nin bir talebesine nasihatlerini içeren Eyyühel-veled (Ey Oğul) adlı bu kitabı, okuyup okumadığımı hatırlamıyorum. Fakat uzun yıllar kitaplarımın arasında oradan oraya taşımış olduğumu biliyorum. Hatta hafızamı zorluyorum, parasız yatılı olarak okuduğum yıllarda bana tahsis edilen demir dolabın üst rafında dizili duran üç beş kitabın arasında görür gibi oluyorum.
İlk kitap; sahip olduğum, eve götürdüğüm, hediye edilen ilk kitabım olması bakımından unutamadıklarımın evvelindedir Ey Oğul. Hatırası büyük. Bu yazı vesilesiyle bu değerli eserin o yıllarda çıkan baskısını buldum (5. bs., 1969, Çeviren: Lütfü Doğan, BedirYaymevi, 32s.). Fakat, benim ilk göz ağrım olan kitap böyle mini minnacık bir risale değildi. Araştırınca öğrendim ki, Eyyühel-veled’in 150 sayfayı bulan şerh edilmiş nüshaları var. Benim bahsettiğim kitap, böyle bir baskı olmalı.
Bir Külah Şeker 5 Dakikada Biter
İnternette biraz daha dolaşınca Ey Oğul’un 46 dakikalık seslendirilmiş videosuyla da karşılaştım. Kulaklığı kulağıma taktım, kitabı önüme açtım; hem öğütleri dinledim hem de önümdeki metni takip ettim. Matbu olan kitabın sonunda hoş bir sürprizle karşılaştım! İşini bilen yayıncının (Mehmed Şevket Eygi) arka kapağa koyduğu notu, iki cümlesi eksik, okumanızı istiyorum:
“EY OĞUL kitabını ve diğer faydalı ve ucuz dinî-ahlâkî eserlerimizi mevlid törenlerinde davetlilere hediye ederseniz İslâm kültürünün yayılmasına hizmet etmiş olursunuz. Bir külâh şeker 5 dakikada yenir biter, faydalı kitaplar ise yıllarca okuyanları aydınlatır.”

Şunu anladım ki, ibadet ve muamelat
bilgilerini saymazsak, Müslümanca yaşamak için, hacimde küçük muhtevada büyük
şu yirmi sayfayı dolduran şahane risale yetmektedir, öyle uzun uzun
mütalaalara lüzum yok. Yeter ki bildiklerimizle amel edebilelim.
Turan Karataş, Okur, S.2, s.22
İlk yorum yapan siz olun