
Fatih, hücum başladığı saatten beri atının üstünde idi. Hücuma iştirak eden komutanlardan bir kısmı Bizanslıların kesilen başlarını onun atının ayaklarının altına attıkları ve bazı kahramanlar da tuttukları esirleri birer birer huzuruna getirdikleri vakit padişah atından inmiş “secde-i şükr”e kapanmıştı.1 İhtimal bu saatlerde padişaha şehrin sukut ettiği haber verilmişti. Bunun üzerine padişah çadırına giderek biraz istirahat etti.2
Güneş doğarken Türk askerleri şehre girmiş bulunuyorlardı. Şimdi felâket günlerinin en büyüğünde bulunan Bizanslılar tasavvur edilemiyecek kadar büyük bir şaşkınlık içinde evlerinden fırlıyor ve öteye beriye koşuşuyorlardı.3 Ancak surların diğer kısımlarında hâlâ müdafaada bulunanlar da vardı. Fakat şehre girildiğini haber alan bu müdafilerin bir kısmı kaçtılar ve bir kısmı de kendilerini öldürdüler.4 Halkın büyük bir kısmı kurtuluş çaresini Ayasofya’ya sığınmakta buldu. Çünkü onlar kendilerini bu mâbedin koruyacağına ve bir meleğin yardıma geleceğine inanıyorlardı.5 Bununla beraber buraya toplanan insanlarda doğru düşünmenin ve akl-ı selimin bulunabileceğine ihtimal verilmemelidir. Çünkü bu gibi hallerde insanların hareketlerine şuurları hâkim olamaz; birinin yaptığını diğeri körü körüne taklit eder. Bunun mânâsını hareketi ilk yapan ne kadar az bilirse ona tâbi olanlar ondan daha az bilirler, hattâ hiç bilmezler, işte Ayasofya’ya toplanışta bu fikir hâkim olmuştur. Oraya sığınanlar arasında bir kurtarıcının gelebileceğine inananlar olduğu gibi niçin oraya gidildiğini izah edemiyenler de vardır. Bu insan kütlesi o kadar şuursuzdur ki Ayasofya’ya girdikleri vakit onun kapılarını sımsıkı kapamayı da ihmal etmediler. Ayrıca Ayasofya’nın avlusunda da çok sayıda insan toplanmıştı.6 Binlerce kılıcın, yüz binlerce okun kaynar sularla zift ve katranların müdafaa ettiği o koskocaman İstanbul surlarını, dehşetli hamleleriyle aşan bu amansız sel karşısında Ayasofya’nın kapılarının kapanmasında şuursuzluktan ve ne yaptığını bilmemezlikten başka ne aranabilir.

Türk ordusu Ayasofya’nın kapılarını kırdığı vakit her sınıf ve cins insanın sımsıkı buraya dolmuş olduğunu gördü. Orta çağların bütün müstevli orduları böyle bir topluluğu zaferlerinin mahsulü telâkki eder ve affetmekten başka onlar hakkında her şeyi reva görürdü. Fakat yine orta çağların bu muzaffer ordusu kendilerine iki aya yakın bir zaman her türlü düşmanlığı gösteren bu insan yığınına karşı, insanlığın üstünde bir merhamet ve şefkat hissi duydular ve yirminci yüzyılın bu anında dahi en medenî milletlerde bile görmeye hasret kaldığımız bir asaletle bu âciz insan kütlesine kılıçlarını çekmek lüzumunu duymadılar.7 İnsanlık tarihi bu zamana kadar hemen hemen böyle bir şey kaydetmemişti. Bu suretle Bizans’ın bütünü affedilmiş oluyordu. Böyle olunca şehirde umumî bir katil yapılmamıştır. Çünkü Osmanlılar zaferlerini, Timurvarî, suçsuz insanları öldürmek suretiyle kirletmek istemiyorlardı.8 …
…
Şehrin her tarafındaki mukavemet yukarı da söylediğimiz gibi, bir yer müstesna, daha erken saatlerde kırılmış olduğundan Fatih öğleye doğru şehre girmek arzusunu gösterdi. Bu maksat için o, atına binmiş, devlet erkânı da kendisinin etrafını çevirmişti. Çavuşlardan başka ayrıca sağda ve solda iki yüz kişilik bir Solaklar kuvveti vardı. Alay hareket etti. Padişahtan başka herkes yaya yürüyordu.9 Bu şekilde haşmetle şehre giren ve doğru Ayasofya’ya giden genç hükümdarı burada toplanmış olan halk ve papazlar karşılarında gördükleri vakit ağlayarak yerlere kapandılar. Padişah onlara sükût etmelerini söyledikten sonra patrike10 “ayağa kalk! Ben Sultan Mehmet, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki bu günden itibaren artık ne hayatınız ve ne de hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi.11 Bundan sonra halkın tahliyesini emreden padişah buranın ayrıca cami yapılmasını, içinde bulunan ve hıristiyanlara ait olan mukaddes eşyanın çıkarılmasını, çok kıymettar olan mozaiklerin üstlerine bir badana çekilmesini de emretti.12 Ayasofya’dan ayrıldıktan sonra şehrin görülecek yerlerini gezen padişah tekrar otağına döndü.13
…

İstanbul’a fetih günü girip te Ayasofya
kilisesini ziyaret eden Fatih o gün bu mâbedin camiye çevrilmesini ve bunun
için de lüzûmlu değişikliğin yapılmasını emretmişti, ilk Cuma namazını burada
kılmak isteğinde bulunan Fatih üç gün içinde binada yapılması lâzım gelen
mihrap, minber gibi şeylerle hıristiyanlığa ait olup ta İslâmlarca hoş
görülmeyen şeylerin de ortadan kaldırılmasını istemişti. Bundan dolayı
ilgililer durmadan çalışmışlar ve 1 Haziran Cuma gününe kadar padişahın
isteklerini yerine getirmişlerdi. Bu
suretle ilk defa olarak Bizans’ın bu muhteşem mâbedinde Fatih’in adına hutbe
okunmuş, başka bir dille kâinatın müşterek ve tek olan Allah’ına ilk defa
olarak ibadet edilmişti. …
Selâhattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre FATİH SULTAN MEHMED’İN Siyasî ve Askerî Faaliyeti, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999, s.100-105. sayfalardan iktibas ettiğimiz yazıya başlığı biz ekledik.
[1] Cafer Çelebi, (Taci-zâde), Mahruse-i İstanbul Fetihnâmesi, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası ilâvesi, 1331, s.21
[2] Aynı eser, s.21
[3] Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmed Han-ı Sani, Karolidi tercümesi, İstanbul, 1328, s.82
[4] Kristovulos, s. 82. Ducas, liman tarafındaki surların gündüz saat üçe kadar müdafaa edildiğini, ancak kara tarafından içeri giren Türklerin bu müdafilerin üzerine saldırmasından sonra müdafaadan vazgeçildiğini ve bundan sonra Türk gemicilerinin kapıları kırarak içeriye girdiklerini yazıyor. Bk. Ducas, s. 191.
[5] Ayasofya’ya gidişin sebebi şu idi. Halktaki bir inanca göre Türkler şehre girdikleri vakit ancak Büyük Konstantinos sütununa kadar gelebilecekler idi. Burada, elinde kılıç olduğu halde gökten bir melek inecek ve bu sütunun yanında bulunan birisine imparatorluğu ve kılıcı verecek, o da Türkleri şehirden çıkaracaktı. Bk. Ducas, s. 187.
[6] Ducas, Ducae Michaelis Ducae Nepotis, Historia Byzantina, (VI. Mirmiroğlu’nun Türk Tarih Kurumu’ndaki tercümesinden faydalanılmıştır.) s.188
[7] Ducas, Ayasofya’ya gelen Türk askerlerinin burada toplanmış olan halktan beğendiklerini esir ettiklerini yazmaktadır. Bk. Ducas, s.188
[8] Iorga N., Geschichte des Osmanischen Reiches, II, Gotha 1909, s.32
[9] Cafer Çelebi, s.22, Ducas’a göre padişah saat sekizden sonra şehre girmiştir. Bk. Ducas, s.193
[10] N. Iorga, (Fazıl Işıközlü-Adnan S. Erzi) İstanbul’un zaptı hakkında ihmal edilmiş bir kaynak, Belleten, c. III, sayı 49’dan ayrı basım. Halbuki bu tarihlerde Rumların bir patriği yoktur. Bu sözler Ortodoksluğu temsil eden bir papaza söylenmiş olmalıdır.
[11] Aynı eser
[12] Ahmet Muhtar, Feth-i Celil-i Kostantiniyye, İstanbul, 1320, s.247
[13] Cafer Çelebi, s.23
İlk yorum yapan siz olun