İnsan ferdi bu soruları bizzat kendi varlığına da yöneltebilir. Ben kaotik bir varlık mıyım? Yoksa benim varlığım bir nizamı mı ifade eder? Yoksa ben parçalanmaz ve hür bir iradenin kıpırdanışlarını mı ifade ederim? Varlığımın duyulara bağlı bir tahlilini yapsam, ifade edilemez sayıda atomların, hücrelerin ve birçok elementin benim varlığımda fıkırdadığını, varlığımdan gelip geçtiğini görürüm. Milyarlarca parçacık varlığıma katılmanın veya varlığımdan geçmenin yarışı, savaşı ve kör boğuşması içinde bulunmaktadırlar. Varlığımı tek tek, gelip geçici bu parçacıklardan hiçbirine irca etmeme imkân yok. Bu parçacıklardan hiçbiri ben değil. Hepsi de benim varlığımdan gelip geçen “dış”tan ibaret. Ben diyebilmem için bütün bu parçacıkların üstüne çıkmam lazım. Ben, bütün bu parçacıkları aşan ve fakat toplayan bir prensibin adıdır. Ben, varlığımda boğuşup duran parçacıkların kemmiyetini kaostan kurtaran bir keyfiyet prensibi gibi gözükmektedir. Ben, çokluk içinde Bir’lik emir ve prensibidir. Düzen, kaos ifade eden çokluğu kendi etrafında toplayan bir prensibe muhtaçtır. Bir yerde düzen, organizasyon varsa orada birbiri ile çarpışan “çokluk” ile “birlik” prensipleri var demektir. Kaos birliğini kaybetmiş çokluktur. İnsan ferdi, kendi varlığını sadece birçok parçacıklara irca edemez. O, bu parçacıkları düzene sürükleyen, yani kendi etrafında toplayan bir “birlik” prensibine muhtaçtır. Vücut, bizdeki kemmiyetin, gelip geçici, esir ve sınırlı parçacıklar yığınının somut ifadesidir. Ruh ise, bizdeki keyfiyetin; değişmez, hür ve tükenmez birlik prensibinin sürekli iradesini ifade eder.

Benim varlığımda parçacıklar, nasıl bu keyfiyet halindeki prensibe tutunarak düzene giriyorsa, bizzat üniversal bir vücut halinde beliren kâinat da ezelî, ebedî hür, soyut, mutlak, değişmez, tükenmez, yaratıcı bir birlik prensibine muhtaçtır. Aksi halde varlık, kör tesadüflerin üst üste yıkılıp devrildiği parçacıkların kaotik mahşeri hâlinde etüt edilmelidir. Bu, böyle ise artık ne müsbet ilmin, ne sanatın, ne de dinin kurulma imkânı kalır. Böylece “müsbet ilim” üniversel olma fikrini terkedecek; sanatkârlar, “yaratma özentisini” atacak; dindarlar, Yaradan’a yönelemeyeceklerdir. Eğer düzen varsa kaosu toparlayan bir prensip vardır. Bu prensibi kaostan çıkarmaya imkân yoktur. Kaos, bu prensibin inkârı demektir. Düzen, kaosla çarpışan birlik prensibini içerir.
Bizzat benim varlığımda çoklukla birliğin kavgasını görüyorum. Bu, birliğe katılmayan parçacıkları varlığımda muhafaza etmek istemem ve bunları zararsız hale getiremediğim ve dışarıya atamadığım müddetçe kendimi rahatsız bulurum. Bizzat benim varlığım çoklukta birlik arar. Şuurlu veya şuursuz olsun varlığıma katılan her parçacık ben’i tesbih ederek varlığımda tutunabilir.
Tıpkı bunun gibi varlığa dahil her parçacık veya her varlık kıvılcımı ezelî, ebedî, hür, mutlak ve sonsuz birlik prensibini, prensip sözü yetersiz olduğu için, bu birlik iradesini en güzel tarzda ifade eden kelime ile söyleyelim, ALLAH’ı tesbih ederek varlıkta durabilir. Onun için her parçacık izafi de olsa bir organizasyona katılarak birlik arar.
“Ben”, sayısız parçacıkları birlik prensibinde tutmağa muvaffak oldukça yaşar. Varlığıma tutunan her parçacık bir birliğe teslim oldukça bana mâl olur, aksi halde onu atarım. Eğer varlığıma teslim olmayan parçacıklar, bendeki birlik prensibine aykırı olarak, varlığımda ikinci bir organizasyon meydana getirirse, bende “habis” bir ruh hâlinde ikinci bir prensip teşekkül eder, varlığımı kendi lehine istismara koyulur. Bu amansız mücadelede eğer “yabancıyı” yenip dışarı atamazsam ben’i teşkil eden birlik prensibi ikiliğe düşen vücudumdan çekilir ve ölürüm, ölmek, bir prensip ve keyfiyet etrafında kümelenen parçacıkların organizasyonun parçalanması veya çözülmesidir. Biz, kendi varlığımızda bir yabancıyı, bu, bizim yavrumuz bile olsa, uzun süre taşımak istemeyiz. Birliğimi zedeleyen organizasyonlar bana ıstırap verir. Varlığımdaki birlik prensibine teslim olan parçacıklar ise beni besler.
Görülüyor ki ben, kemiyetten ziyade keyfiyet ifade eder. Kemiyetimiz devamlı olarak varlığımızdaki birlik prensibi içinden bir ırmak gibi akar durur. Ruh, kemiyeti düzene sokan bizdeki bu birlik ifade eden keyfiyet iradesidir. Bu, Mutlak Varlık ve birlik prensibinin bir iç kıpırdanışını ifade eder.

Üreme ve cinsiyet hayatımızı dahi bir kemmiyet ve keyfiyet kavgası halinde yorumlamak mümkündür. Tohum ve döl bırakma arzusu, organizmanın keyfiyetçe kendi imkânlarının zirvesine ulaştığı bir dönemde, yani istikbalin kendisi için tıkandığını idrak ettiği zamanlardan başlar. Keyfiyetin yolu tıkanınca kemiyet şımarır. Bitkiden insana kadar ilerleyen keyfiyet hamlesi fert fert, hücre hücre ölmenin eşiğinde kemmiyete dönüşür. Yaşama ve ruhî yükseliş keyfiyet hamlesini başarıya ulaştırma demektir. Ölümsüz olan kemmiyetten kurtulmuştur veya kemmiyete muhtaç olan ölümü tadacaktır. Onun için “Allah, doğmayan ve doğurmayan” mutlak varlık olarak her türlü kemmiyetten münezzeh olup, keyfiyette en yüce olarak hayat ve gerçek diriliğin bitmez ve tükenmez sahibidir. Her canlı veya cansız sanılan her yaratık ise, kemiyetin içinden sıyrılmaya çalışan küçük bir keyfiyet iradesidir. İnsanoğlu ise, arza ve kâinata düşen keyfiyet iradesinin en mânâlı görünüşüdür.
Seyyid Ahmed Arvasî, İnsan ve İnsan Ötesi, İstanbul: Bilge Oğuz Yayınları, 2017, s.25-27
İlk yorum yapan siz olun