Müminlerin, helâlinden kazanmak ve kimseye yük olmamak için, meşru bir işte çalışmaları gerekir. Müslümanların, zamana ve zemine uygun meşru birer iş ve meslek edinmeleri şarttır. Nitekim, Şanlı Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem “Allah, meslek sahibi mümini sever” diye buyurmuşlardır. İslâmiyet, işsiz, güçsüz kalmayı ve boş dolaşmayı asla istemez. Bu konuda, yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur “O halde, boş kaldın mı, hemen yorul”.
Yazı etiketleri “AKTÜALİTE”
Belçika’nın Anvers şehrinde Musevî dîn adamı haham Shmiel Mordche Borreman; Mossad’ın ölüm tehditlerine rağmen bir dîn adamı ciddiyeti ile savaştan önce görüşlerini şöyle açıklamıştır: “İsrail’in işlediği katliamlar Tevrat’la bağdaşmıyor, Siyonizmin de Alman nazizminden farkı bulunmuyor…"
Millî tarihimizde çok meş’um (uğursuz) bir rol oynamış bulunan Timur’un Altınordu Devleti’ni yıkışıyla nefes alıp serpilmek imkânını bulan Moskova knezliği (prensliği) devrinden günümüze kadar her Rusun gönlünde yatan millî mefkûre bu olmuştur. Zirâ biteviye stepler halinde devam eden Rusya’da Slav ırkı -meşhur bir benzetişle- “buğday ambarına kapatılmış bir fare”den farksızdır.
Memleketin şu müşkül şartları içinde yaşarken, zihnim hep gerilere, çocukluğuma giderek, seferberlik yıllarını âdetâ yeniden yaşayıp, bugünkü hâlimize şükrediyorum. Başımızın üstünde bir çatı ve etrafımızda dört duvar var. Balkan ve Birinci Cihan Harbleri’nin, aç, çıplak, hasta, yaralı muhâcir kafilelerini düşündükçe, bugüne şükretmemek imkânsız.
İslâm’da, ailenin temelini teşkil eden karı ve kocanın birbirlerine sevgi ve saygı bağı güçlü olmalıdır. Esasen, yüce Allah, kadın ve erkek arasına bir “gönül bağı” ve “bir diğerine ısınma” temayülü koymuş bulunmaktadır. İslâm’da “kadın” ve “erkek”, birbirine düşman olan, yahut birbiriyle didişen ve yarışan zıtlar halinde değildir. Aksine, onlar birbirlerini tamamlayan ve birbirine muhtaç iki cins halindedirler.
Okuyarak bulduğumuz cümleler bir anlamda kendimize ait muradın şifreleridir. Tahrir kelimesinin bir anlamı da hürriyete kavuşturmaktır. Başkalarının kitaplarında, başka anlam örgüleri içerisine hapsolmuş cümlelerimizi arar, bulur ve kendi özgünlük ve özgürlüğümüzün delilleri haline getiririz. Doğrusu bu kolay bir şey değildir.
İmtihan dünyası bu... Kimi yokluktan, kimi çokluktan imtihan oluyor. “Allah azizleri zelil, zelilleri aziz yapıyor.” “İman ettik diyenler, önceki müminlerin geçtiği yoldan geçiyor”. Dünya Müslümanları Ümmet şuurunu yitirdiğinden beri, zillet rolünü oynuyorlar. Kendi güç birliklerini unutmuşlar, tarihî din düşmanlarının çatıları altına sığınmışlar ve bu sığıntılıktan rahmet umuyorlar.
Günümüzde tüketim, hazzın yanı sıra, şöhret kültürüne dayalı toplum inşasına yönelik bir süreçtir de. Çok kültürlülük olarak sunulan şey aslında çok kültürlülüğün yok edilmesini ve egemen güçlerin arzu ettikleri davranış ve kültürün, köklü ve yerel olanla değiştirilmesini içermektedir. Haklarında hemen hemen hiçbir bilgiye sahip olmadığı birçok seçeneğe sahip olan insanların yaşadığı ikilem “terapi ve tedavi gerektiren bir hastalık” haline gelmiştir.
Cumhuriyet tarihinde gazetelerin İslâm yazısı ile neşredildikleri son dört beş yıla âid nüshalarla onu takib eden devirlerin bütün mevkûtelerinde, daha ziyâde İstiklâl Mahkemeleri, devrin siyâsî ricâlinin resmî kabulleri, seyahatleri, kabul edilen yeni kaanunlar, mebusların beyanatları ve bilhassa sık sık da idam haberleri yer alırdı.
Tarih boyunca üstün bir kültür ile, hayat ve ihtiyaçlara cevap veren sağlam bir nizâmı beraberinde götüremeyen fetih ve istilâ hareketleri, neticesiz sel suları gibi istikrar ve temâdi şansına mâlik olamamış, zaman zaman yanıp sönen bir debdebe ve ihtişam meş’aleleri halinde kalmıştır.