Memleketin şu müşkül şartları içinde yaşarken, zihnim hep gerilere, çocukluğuma giderek, seferberlik yıllarını âdetâ yeniden yaşayıp, bugünkü hâlimize şükrediyorum. Başımızın üstünde bir çatı ve etrafımızda dört duvar var. Balkan ve Birinci Cihan Harbleri’nin, aç, çıplak, hasta, yaralı muhâcir kafilelerini düşündükçe, bugüne şükretmemek imkânsız.
Yazı etiketleri “maarif”
Bugünün münevver anası, evlâdını, değil vatan uğruna ölmeye, doğduğu topraklarda yaşamaya, gücünü kuvvetini memleketine tahsis ettirmeğe bile muvaffak olamamakta veya olmak istememektedir. Halbuki bu vatanı geliştirme, ileri memleketler seviyesine yükseltmek uğruna katlanılacak her fedâkârlığın bir mukaddes cihâd olduğunu, her ananın bilmesi ve evlâdına bildirmesi bir millî borç değil de ya nedir?
Ulemânın zîneti, ilimle ameli birleştirmesidir. Güzel ahlâk sâhiplerinin, kötü ahlâk sâhipleriyle bir araya gelmeleri, ülfet ve ünsiyet etmeleri mümkün değildir. Fazîlet ışığını, ne kadar kaybolursa kaybolsun tamamen söndürmek imkânsızdır.
Koca Yûnus’un sözlerinin çoğu hikmettir ve birçok sözü de “ayn-ı keramet”tir. Buyuruyor ki: “ilim ilim bilmektir/ilim kendin bilmektir/sen kendüyü bilmezsin/bu nice okumaktır” Sokrat dahi, “önce kendini tanı” demiş. İnsanî şuur tahsil-i maarife mecburdur.
Önceden belirlenmiş 10-15 kitabı okuyarak, çok kere derse hiç devam etmeden veya 50 dakika takrir vermekten başka bir mesûliyet duymayan hocayı dinleyerek bir imtihanla sınıf geçen öğrenci, hayata atıldığında müesseselerimizi düzeltemeyecek, geliştiremeyecek, kuramayacaktır. Çünkü düşünmeye, tartışmaya, araştırmaya, incelemeye, tahlile, senteze alıştırılmamış, kendi mevcut kabiliyetlerini geliştirmemiş, kendisine millî bir ideal ve ahlâk aşılanmamıştır.