Gerçekte Türk askerî varlığının Orta Doğu’da ilk zuhûru, bunun giderek gelişmesi ve sonunda bölgedeki bütün denge unsurlarını kendilerine değiştirerek yegâne hâkim bir unsur haline gelmesi, üzerinde çok daha etraflı bir şekilde durulması gereken önemli konulardan biridir. Her ne kadar Hazreti Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- ve onu takib eden devirlerde Arap yarım adası ve çevresinde Türk varlığı, araştırılması zor bir konu ise de Türklerin askerî bir unsur olarak Orta Doğu’ya ilk ayak basmaları, Emevîlerin ilk devirlerine kadar ulaşmaktadır.
Yazı etiketleri “Tarih”
Japon ve Çin hadise-i ma’lûmesine sebeb olan Kore kıt’ası hakkında gazetelerle siyâsî, ticârî, sınâ’yî bir takım makaleler neşr olunmuş ve Kore kıt’asında meskûn akvâmın ‘âdâtı hakkında hayli ma’lûmât verilmişdir. Bu meyânda Korelilerin yemekleri hakkında tafsîlât verildiği gibi Kore kadınlarına dâ’ir de birkaç bende tesâdüf edilmişdir...
Japonların umerâ-i askeriyesinden dünyânın en ma’rûf kumandanlarından olan mareşal Oyama ne yapıyor? Ben bundan mukaddem dahi pek çok kereler Japonların ahlâk-ı milliyeye ziyadesiyle i’tinâ etmekde olduklarını ayrıca şerh ve beyân etmişdim. Bu def’a da bu ahlâk-ı milliyenin muhâfazası lüzumunu iltizâm edenlerden biri ve belki...
Hâller ve âdetlerin değişmesinin genel sebebi, her kavmin âdetlerinin hükümdarlarının ve devletin âdet ve kaidelerine tâbi olmasıdır. Bu pek yayılmış ve belli bir şeydir. Nitekim bu söz çok meşhurdur: “En-nâsu alâ dîni mülûkühüm” (Halk hükümdarın dinindedir) denilmektedir. Devlet adamları ve hükümdar, devletin başına geçerek yönetimi ellerine aldıktan sonra...
İslâm medeniyeti diye, milâdın yedinci asrından tâ on altıncı asrın ortalarına kadar, cehâlet ve zulüm karanlığı içinde bunalan bir Dünyâ’yı nûru ile aydınlatmış olan mûcizeye denir. Bu mûcizenin nûru sönmüş değil; hâlâ devâm etmekde, ve, Dünyâlar durdukça, devâm edecekdir. Bizde Tanzîmat’dan beri peydâ olup bilhassa son yıllarda ne dediğini ve ne yaptığını bilmez bir hâle gelen bir avuç türedinin câhilâne inkâr ve bühtanlarına rağmen, bu Nûr diyorum, hâlâ devâm etmektedir
“Kıssadan hisse budur ki, küçük adamla büyük işe mübâşeret caiz değildir. Maslahatın münâsib ser-kârı gerek. Zikrolunan husûsa bir pâdişâh varıp zamâniyle mübâşeret etse, ancak uhdesinden gelebilir ve bu makuule işler, sâhib-himmet pâdişâh işidir, vüzerâ ve serdârlar kârı değildir.”
Ben Çin’de iki defa seyahat etdim. Bir kere 1908 tarihinde Çin’in şimalinden cenuba doğru bütün sevahili dolaşarak mühim merkezlerin her tarafına uğrayarak ve ikamet etmek şartıyla cevelan etmişdim. İkinci defasında da garbdan şarkaa kadar tam sekiz ay seyahat etdim. Müslüman ile meskun olan kıtaların ekserisinde on beş, yirmi gün tevkıf ederek temasda bulunduğum cihetle bir türk seyyahı olduğum cihetle de Müslüman kardaşlarımın samimi teveccüh ve iltifatlarına mazhar oldum.
“Bu dünyada herkes bir çok şeyin cahilidir. Yeter ki kendi işinin cahili olmasın.” Kendi işinin ehli olduğunu bin bir delille isbat etmiş bulunan Sultan Hamid ise asla cahil değildir. Onun bir yüksek okul ve hattâ lise diploması yoktu. Fakat özel öğretmenlerle hayattan ve içinde yetiştiği büyük ve muhteşem hanedandan çok cevherli şeyler öğrenmişti.
Çakırcıbaşı Hasan Paşa'nın hayatının araştırılması sonrası ortaya çıkan bu makalede paşanın serencamı, eserleri, tarihî bazı hadiseler; doğrular ve yanlışların muhasebesiyle birlikte doğrusunun tekrar yazılmasına çalışılmıştır.
Tarih boyunca üstün bir kültür ile, hayat ve ihtiyaçlara cevap veren sağlam bir nizâmı beraberinde götüremeyen fetih ve istilâ hareketleri, neticesiz sel suları gibi istikrar ve temâdi şansına mâlik olamamış, zaman zaman yanıp sönen bir debdebe ve ihtişam meş’aleleri halinde kalmıştır.