Her meslek, müntesiplerinin zekâ, maharet, ibdâ’ ve ihtira’ (yaratıcılık) kaabiliyetlerinin birbirlerine eklene eklene ilerlemesi sûretiyle kemâle ulaşır. Bu bakımdan seleflerin (önceden gelip geçenlerin) tecrübe ve tatbikatları, halefleri yani sonradan gelenler için zengin bir ibret, ders ve îkaz hâzinesidir. O derecede ki, hiç kimse kendisini bu hâzineden müstağnî addedemez. Addetse, ilim ve sanatlardaki terakkî vücud bulmazdı. Tekerrür eden tecrübelerin eseri olan an’aneler, meslek ve müesseselerde hâl ve istikbâli tanzim için son derecede ehemmiyetli bir rol oynar. Bu sebepledir ki, an’anesiz müesseseler bocalamaktan kurtulamazlar.

İnsan umûmî ve meslekî mânâda, şahsiyeti ile tefekkür (düşünme) ve tahassüsünü (hissediş, hislenişini) eslâftan (seleflerden) tevârüs ettikleriyle zâtî (şahsî) kaabiliyet ve iktidarından terkib ederek ortaya koyar. Nesiller arasındaki bir kopukluk, her sahada hataların çoğalmasına ve terakkinin yerini tereddîye (gerileme ve soysuzlaşmaya) terk etmesine sebep olur.
Esasen zecrî (kökten) ve âni değişiklikler demek olan inkılâbların sebep oldukları böyle kopukluklar bile, eslâftan (seleflerden) tevârüs edilen (miras yoluyla alman) tesirlerden mutlak mânâsıyla âzâde kalmayı mümkün kılamazlar. Böyle zamanlarda mukadder olan bir eski-yeni çatışmasının neticesi umûmiyetle bir inkılâbın istihdaf eylediğinden oldukça farklı bir sûrette tecellî eder. “Hayata hâkim olmak için çırpınan” -doğru veya yanlış- bir “yeni” ile “ölmemek için mücâdele eden eski” arasındaki mübâreze bazan pek kısa sürer. Kuvvetlerin muvâzenesizlikleri sebebiyle taraflardan biri, çarpışma sahasını terk ederek bir kenara veyahud satıh (yüzey) altına çekilir. Şüphesiz bu mücâdele sahasından çekiliş de mutlak değildir.

Bazense çarpışan kuvvetler, bir nevî hatt-ı munfasıl (bileşke) üzerinde âdeta anlaşarak cemiyette kendilerine mahsus bir yer alıp hâkim-mahkûm sûretinde de olsa, varlıklarını sürdürürler. Bu takdirde içtimâî hayat, her sahada düalist (ikici) bir manzara kazanır.
Fakat bu keyfiyet, geçici bir sulh, yani mütârekeden (silâh bırakışmasından) ibârettir. Taraflar, dinamik olan hayatın sürükleyip getirdiği yeni îcap ve unsurların dâhil olması veya çeşitli sebeplerin doğurduğu yıpranışlar sonunda tekrar birbirleriyle kapışırlar.
Bugün bizim cemiyetimiz, işte tam bu safhada bulunmaktadır. Dün, askerî ve sivil, yerli ve yabancı, gizli ve âşikâr birtakım güçlerin elbirliği ile ağır bir darbe vurarak hayat ve devletteki müstesnâ mevkiinden tard etmiş bulundukları muhalled (ölümsüz) İslâmî prensipler, tekrar eski yerini almaya doğru bir yöneliş içinde bulunmaktadır. Bu yeni gelişme safhasına, bugüne kadar binlerce mücâhidin hesaba gelmez çile ve eziyetleri iktiham eylemeleri (göğüslemeleri) sayesinde ulaşabilmiş olduğumuzu bir an bile hatırımızdan çıkarmamamız ve onları dâimâ hayırla anmamız hepimize vicdan borcudur.
Kadir Mısıroğlu, İslâmcı Gençliğin El Kitabı, İstanbul: Sebil Yayınevi, 2014, s.90-91
İlk yorum yapan siz olun